Ey yâr
Ben bilirim senin yüzünü sarartan,
Hakikati dillendirdiği için taşlanan bir yolcunun ahıdır, bilirim…
Uyku apnelerin,
Şizofren tepkilerin,
İçindeki dipsiz derin boşluklar hep ondandır, bilirim…
Dinmeyen yürek ağrıların,
Sonu gelmez hayıflanmaların,
Mezat döküntüsü ucuz aşkların hep ondandır, bilirim…
Ondandır omurganın eğriliği
Ondandır sık sık yolunu kaybetmen
Ondandır bir türlü doymak bilmeyişin…
Sen hala ayrık otundan şifa umarsın
Sen hala yolu olmayan diyarlara yolculuk düşlersin…
Ey gölgesini sırdaş edinen yeryüzü yetimi
Duy artık içindeki muştuları
Gör artık geride bıraktığın Zümrüdüanka izlerini
Ey gök sofrasının nasipsiz yüzü
Elden düşme düşlerin mağduru
Bir zamanlar bende senin gibi bir kuş yemine meftundum
Derli toplu pişmanlıklarımdan önce
Sonra bir gece bütün anılarımın acımasızca yandığını gördüm bir kuyunun dibinde
Hoyratça yandığını…
Tüm geçmişim elleri cebinde hayta bir ergen gibi bakarken yüzüme
Ben Merhamete sırtını dönmüş bir asi gibi
Islık çalarak yürümekteydim maviliklere
İçimin iniltilerini duymazlıktan gelerek…
Bu saatten sonra
Beni bir balık pazarında “keşke denizler kuruyaydı” diye ilenen bir sardalya anlar ancak
Yahut kovuğunda ateş yakılan güngörmüş bir ağaç
Ya da kuş uykusunda olan taşları tedirgin eden kimsesiz dalgalar…
Kırılgan vakitlerin arifesinde
Güneşin gölgesine bakıp yola koyulma vaktidir artık
Dikeceğim son çiçek tohumunu düşürdüğüm diyarlara
Eğilip şakağından öpmek için toprağını…
Sadettin Yıldız