ŞAİRLER ZAMANA NE SÖYLEDİLER?
Gecenin ışıltılı paltosuyla hem hayran hem mahcup bıraktığı bir geceden yazıyorum. Bir süredir zamanı adeta geri sarma yavaşlatma çabasında olduğumuzu fark ediyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmuyor elbet, hayat hep geç kalmalara gebe sanki… Hele bir de sırtına hatıra döküntülerini yüklenince insan ilerleyemiyor da ağır geliyor. Hayatın telaşesinden kaçmak için ha bire geçmişe sığınmak ne kadar doğru olabilir? Her anı özel kılan fikirlerimiz, hislerimiz, hayallerimiz dünyanın geçiciliğini adeta kamçılıyor her seferinde… Hayat kısa, yol uzun… Bizler şimdilik zamana mecbur olsak da, insan olmamız sebebiyle sonsuzluğa uzanan ruhumuz ebedi sevgiden şakıyor bazen, göğüs kafesinizi dolduran nefesiniz hala tazeyse gelin bakalım edebiyatçılarımız nasıl eğilmiş zaman hususuna?
Ne İçindeyim Zamanın, Ahmet Hamdi Tanpınar
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Orda Da Geçiyor Günler, Ziya Osman Saba
Orda da geçiyor günler…
Duyar gibiyim, orda da,
– Her an ömrüm tükenirken –
Orda belki bir adada
Geçiyor özlenen günler.
Geliyor ta uzaklardan,
O benim olan diyardan
Kulağıma kadar sesler,
Ve içimden diyorum ben,
Geçiyor ruha denk günler,
Yalnız renk ve ahenk günler…
Bir titreyişle arada
Sesleniyor bir çıngırak.
Her ses uzak, uzak, uzak…
Her ses sanki bir gülüştür.
Her ses şarkı ve öpüştür…
Ah, şu ufkun arkasında,
Sonsuz bahar havasında,
İşitiyorum kuşların
Kuşların ötüştüğünü,
İşitiyorum bir narın
Çatlayarak düştüğünü…
Orda da geçiyor günler,
Geçiyor beklenen günler,
Geçiyor gelmeyen günler.
Geçen Dakikalarım, Necip Fazıl Kısakürek
Kim bilir neredesiniz,
Geçen dakikalarım?
Kim bilir neredesiniz?
Yıldızların korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?
Acaba tütsü yaksam,
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?
Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?
Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.
Gün geldi saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!..
Yazılmayan Zaman, Oruç Aruoba
Her şeyi yazarım da
zamanı yazamam –
o yazar çünkü
beni.
Yazar beni
yavaş yavaş
özenli –
azalta azalta
görkemli –
sanki
dolduracakmış
olduracakmış
gibi.
Halbuki
sıyırıp düşürmüştür
tırnağımdaki çürüğü
parmağımdaki yarayı
kabuk kabuk
geçirmiştir –
geçerken, sanki
çoğalta çoğalta
yazarak
beni:
özenli
görkemli.
An Gelir, Attila İlhan
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
dağının ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez neredeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar Sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî Süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attila ilhan ölür…
Eskiden, Özdemir Asaf
Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikayeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikayelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümit yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.
Hayal içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Duymadan biz, düşünmeden.
Her an bir asır kadardı.
O zaman herkes uzaktı ölümden.
Candan sevdiklerimiz vardı.
Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.
Merdiven, Ahmet Haşim
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…
Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
Halil Cibran ZAMAN
Ve bir astronomi bilgini, ‘Bize zamandan bahset’ dedi.
Ve o cevap verdi:
‘Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamanı ölçebileceksiniz.
Davranışlarınızı ayarlayacak, ve hatta ruhunuzun rotasını,
saatlere ve mevsimlere göre yönlendirebileceksiniz.
Zamanı, kıyısında oturup, akışını izleyeceğiniz
bir nehir haline döndüreceksiniz.
İçinizde zamana bağlı olmadan var olan öz,
yaşamın zamandan bağımsızlığının zaten farkındadır;
Ve bilir ki, dün bugünün anisi, yarın ise bugünün rüyasıdır.
Ve yine bilir ki, içinizde şarkı söyleyen veya düşünen özünüz,
hala yıldızları uzaya dağıtan o ilk anın içinde devinmektedir.
Aranız da, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını
hissetmeyen var midir acaba?
Yine de bu hudutsuzluğuyla ayni sevginin,
bir sevgi düşüncesinden diğerine,
bir sevgi davranışından bir başkasına,
kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı
ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez?
Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir?
Yine de eğer düşüncenizde zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz,
her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin.
Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla,
geleceği ise özlemle kucaklasın.
Zaman mı geçti, yok ben mi esriktim,
Zakkuma bağlardım güneşi,
Gecenin ağır ununu elerdim,
Ay beni-israil zeytini.
Anlıksal birliğin simgeleriydi
Gülkurusu, altın ve tirşe.
Sirinksin yediveren sesi,
Aselbent, buhur kokuları içinde.
Ölmüşüm orda bir aralık,
Unutuverdim konuştuğum dili,
Ama ağacın kendisiydi,
Kavramı değildi görünen artık.
Zaman O’na yıl yazmamış, silmiş
Ne zarafet, ne eda eksilmiş
Demek,
Zaman sandığım kadar zalim
Ve güzelden anlamaz değilmiş
Zaman ne zaman başladı
Ölümlünün nesineydi zaman
İlk tan ne zaman kızardı
Ne kadar uzaktaydı sabahtan
Gün birimi nasıl bulundu
Bugün demek için eldeki kanıt ne
Dün, anıların zorundan mı
Anı, ne anladı anı yaşamaktan
Yarın, umuttan mı doğdu
Yoksa vahşi umutsuzluktan
Kuşluk vakti nasıl düştü
Terden, mahmurluktan
Aylak bir kadın mı söyledi ilk kez
ve buldu kuşların ışıkla dansından
İkindi de yaşlıların göz kapakları
Ağırlaşır mıydı yine böyle
Akşam neyin sonuydu ki
Ayrı konuldu başka zamanlardan
Yıllar kısa mıydı uzun mu
Çocuklar sorar mıydı yaşlılardan
Ölüm hakkında ne biliyordu
Mevsimlerin çetelesini tutan
Yalnızlık zaman birimi oldu mu hiç
‘ Bir yalnızlık boyu bekledim seni ‘ dedi mi kimse
Nereye kapatıldı yıldızlara baka baka çıldıran
Mevsim kuşlardan mı öğrenildi,
Yoksa gölgeyle korku yüklü oyundan
Sayılar parmağa bağışlanmış gurur muydu
Ya sonsuzluk
Gurur kırıcı Zaman
Hatice Horuz